İnsanlığı ve İnsan Sevgisi
Cahit Sıtkı ile yakın arkadaşlığı, dostluğu olmuş kimselerin, onu yakından tanıyan hemen herkesin, Cahit Sıtkı bahsi açıldığında onun şairliği yanında insanlığından söz etmeleri sebepsiz değildir. Ziya Osman, kendi nevinde Türkçenin en güzel örnekleri arasında yer alan "Cahit'le Günlerimiz" adlı nefis yazısını "...o ufacık vücudun kısacık ömrü boyunca büyüklükte birbiriyle boy ölçüşmüş insanlığı, şairliği ve arkadaşlığı önünde saygıyla eğiliyorum. diye bitirir. Gerçekten de devrinin ve daha sonraki zamanların bu en çok sevilen büyük şâiri. İnsanî meziyetleri itibariyle sanatının fevkindedir.
"Cahit Sıtkı, insanların kardeşçe yaşamalarını isterdi,
birbirlerinin burunlarını kanatmadan, kalp kırmadan, birbirlerine yardım
ederek, acıyarak, birbirlerini severek, sayarak, kötülük gelirse bir ölümden
gelsin derdi."
diyen Melih Cevdet. Cahit'in böyle düşünmekle kalmayıp, kimsenin kalbini
kırmadan yaşadığını da ifade ediyor. Zaten kendisi de mizacının bu çizgisini,
kız kardeşi Nihal'e yazdığı bir mektupta "Nihal neden bu sükût? Seni
darılttım mı, ben ki ömrümde kimsenin kalbini kırmamış bir çocuğum" demek
suretiyle açığa vurur.
Munis Faik Ozansoy da Cahit Sıtkı için şöyle der:
"Şairliği gibi insanlığı da müstesna idi. Kimse hakkında
fena konuştuğunu, hatta fena düşündüğünü görmedim. Beğenmediği şiir ve şairden
bahsetmemek suretiyle vicdanını bütün kırıcı hareketlerin üstünde tutmasını
bilmiştir. Şiiri tenkit etmek bile onun yapamayacağı bir şeydi."
Baki Süha da hemen hemen aynı şeyleri dile getirmektedir:
"O akşam geç saatlere kadar Küçük Afrika Meyhanesi'nde
oturduk. Karşılıklı şiirler okuduk. Birbirimizi tenkit ettik. Dikkat, ettim,
Cahit daha çok beğendiği mısralar, buluşlar, yenilikler üzerinde duruyor,
beğenmediği, sevmediği parçalar hakkında hiç bir şey söylemiyor, susmayı tercih
ediyordu."
Cahit Sıtkı'nın İnsanî yanını görebileceğimiz bir başka ifade de
Bedri Rahmi'ye aittir. O Cahit için şunları söyler:
"Sait'le ara sıra çekiştiğimiz olurdu. Hatır gönül dinlemeden
birbirimize kıyasıya sözler söylediğimiz olurdu. Cahit Sıtkı'nın kimseyle kavga
ettiğini paldır küldür bir söz ettiğini, kimseyi gücendirdiğini, kimseyi
çekiştirdiğini bir defa olsun görmedim. Duymadım. Onun bu kadar tatlı bir
insan olması, ne tarafa çeksen o tarafa giden insanlardan olduğundan değildi.
Her zaman iyiden, güzelden, her zaman kimsesizlerden, fakir fukaradan yana
idi."
Suat Taşer, Cahit'in gönlünü, büyük bir şehrin, kapılan herkese
açık parkına benzetiyor.
"Her giren orada sıcak bir köşe bulurdu. Dost, düşman demez,
neşesini, sevincini herkesle paylaşmak için can atardı. Kederini, hüznünü
kimselere duyurmazdı. "
Şahap Sıtkı, Cahit'in daha başka İnsanî meziyetlerinden söz
etmektedir:
"Geç kızıyor, geç küsüyor, kolay bağışlıyor, insanlara vergi
za'afları anlamasını biliyordu. Büyük bir sırrı dostomuzunu sıka sıka kolayca
emanet edebilirdiniz ki bu sır mezara kadar gidecektir."
"Ben gururu, kibri hiç sevmeyen bir çocuğum, kendimi bir
kimseden yüksek görmek hiç aklımdan geçmez."diyen, sevdiklerini daima
seven, kimseye kin beslemeyen Cahit, bir mektubunda ;
"Benden şikayetçi değilsiniz ya! Esasen şekerim benim
prensibim dünyada kimseyi incitmemektir. Ben kendimi ekseriya bir muma
benzetirim. Mum yanar ve etrafındakileri aydınlatır. Fakat erir ve bir gün
biter. Ben de tıpkı öyleyim. Kimseye fenalık yapamam. Herkese yüzümü aydınlık
gösteririm...Fakat için için erimekteyim. "
der ki hakikaten doğrudur, insanların duygusuzlukları, ikiyüzlülüğü,
menfaat hisleri nsan âşığı Cahit'i son derece rahatsız eder:
"Nihal Abla, insanları çok seviyorum. Fakat bazen öyle kaya
kalplileriyle insan karşılaşıyor ki! Riyasız bir tek çehreye hasret kaldım
dersem inan bana...! derken şikayeti budur.
Duygularının realite ile çatışması Tarancı'yı son derece rahatsız
eder. Çareyi, hiç bir zaman gerçekleşmeyecek bir ideal olarak görse bile, başka
âlemlere, başka insanların yanına kaçmakta veya çocukluğuna rücu etmekte arar:
"Hakikaten ben bu dünyanın adamı değilim.. Herkesin paraya,
maddiyata ehemmiyet verdiği, menfaatini gözettiği bir zamanda ben içimde
nihayetsiz bir sevgi duyuyorum ve seviyorum; fedakarlıktan çekinmiyorum, beni
aptallıkla itham edenler oluyor. Fakat ben asla aldırış etmiyorum... Bu
dünyadan, bu dünya insanlarından bazen o kadar nefret ediyorum ki çıkıp gitmek
için bir kapı arıyorum ve emin ol ki aradığım kapıyı bulduğum gün asla tereddüd
etmeden o kapıyı açıp gideceğim, başka âlemlere, başka insanların yanma, her
halde bu dünyaya benzemeyen bir dünyaya. Ama bu ideal olarak kalacak şey. Ne
ehemmiyeti var... İdealsiz yaşayan insanın hayvandan ne farkı vardır, öyle
parlak bir mazim olmadığı halde, yine eski zamana, meselâ çocukluğuma rücu
etmek isterdim. "Maziyi yâda daldığım zaman" mısrasıyla başlayan
şiirimi bu arzumu tatmin etmek için yazdım."
Bir mektubunda kendisini "Ben insan ve kalabalık, hareket
aşığı adam..." olarak vasıflandıran, bir başka mektubunda da "Ancak
Paris gibi bir şehirde, Baudelaire’in söylediği bain de multitude
(Kalabalık Banyosu)ü yapmak mümkündür. Hareket ve kalabalığa olan aşkımı
bildiğin için Paris faslını uzatmaya gerek görmüyorum." diyen Cahit Sıtkı, insanları karşılıksız
sevmekten yanadır.
Kadıköy vapurunda hoşlanmadığı bazı kimselerle karşılaşmamak için
kaçmayı tercih eden Ziya Osman'a hitaben yazılmış şu satırlar, Cahit’in
insanları ne kadar hasbî ve candan sevdiğini göstermektedir.
"Kadıköy vapurunda beni hatırladığına inanıyorum, çünkü
sabahları ve akşamları sık sık kulağım çınlıyor. Yalnız ....dan ve ....dan
kaçmana bir mana veremiyorum. İnsanları sevmeyi bana sen öğretmiştin, şimdi
aynı dersi sana ben mi tekrarlayayım? Yoo. Ziyacığım. onları da hoş gör,
muhabbetini onlara da bezlet. Mukabele etmesini bilmezlerse ne kaybedersin?
Seven adam sevilmese de, servetine halel gelir mi?"
Tarancı bir şiir tasavvurunu anlatırken de yine insandan söz
ediyor:
"Şiir de şu: Geceleyin yatakta, uyumak üzere gözlerimi
kapadığım zamanla uyuduğum dakika arasında bazan bir saat, bazan iki saat filân
geçiyor. Gözlerim kapalı olduğu zaman,karanlıkta bir takım şekiller beliriyor,
ekserisi sisler içinde. Fakat bazan bir ev, bir bahçe, bir cadde, bir dükkan
filân da oluyor. Bazan koca bir şehir de. Evlerinin pencereleri sayılacak
kadar sarahatle gelip karşıma dikiliyor. Gene bazan köpekler, kediler, kuşlar,
atlar filan da resmi geçit yapıyor. Fakat uyuyamıyorum. Ne zaman ki bütün bu
camit eşya veya hayvanlar arasında bir insan çehresi beliriyor, ancak o zaman
içim ferahlıyor ve uyuyabiliyorum. Bir
kaç gece şuurumu uyanık tutmaya çalıştım ve suna şahit oldum; bu insan çehresi
annem, dostum, sevgilim yahut tanıdığım olmayabilir, yeter ki insan çehresi
olsun. Senin anlayacağın bütün huzur o
çehrede. Baudelaire'in, insan çehresinin bir işkence olduğundan bahsettiğini
hatırlarsın. Bizimki tamamen aksi. Ancak o çehrede sükûnet buluyor, huzur
duyabiliyorum ve arkasından uyku canım uyku."
Cahit Sıtkı, bir sanatçının da sanatçı olmadan evvel insan
olmasını ister. Oscar Wilde gibi.. İnsan tarafı, sanatkâr tarafı tekemmül etmemiş
sanatkârların bizi yüzde yüz tatmin etmemesi bu yüzdendir. Goethe'nin
olempiyen kemâlinin sırrını sanatkârla insanı sarmaş dolaş ettirmesini bilmiş
olmasında arar. Yahya Kemal'in, Haşim'in
aleyhinde bulunduğunu duyduğu zaman ondan nefret edeceği gelir. Eserindeki o
parnasyen yanı, ruhsuz mükemmeliyetin
sebebini insan payının noksan olusunda bulur ve "İnsandan şaşmamalı
Ziyacığım; başımızın belası da Mevlası da insandadır.” der. İnsan tarafı bu derece yüksek
ve insan sevgisi böylesine sonsuz olan Tarancı için en güzel sözlerden birini
Tanpınar dile getirmiştir:
"Cahit, hiç bir günahın kirletemeyeceği yaratılışta
insanlardandı. Onun için düşmüş bir melek gibi yerini yadırgayarak yasadı ve
bizim görmediğimiz kanatlarından tutuşarak öldü."