Paris Dönüşü Diyarbakır ve Askerlik Yılları
Nihayet 1940
yılının Ekim ayı içinde Cahit, Diyarbakır'a vasıl olur. Sevdiklerine,
yakınlarına kavuşmuş olmanın verdiği ilk sevinç günlerinin ardından,sıkıntılı
ve kısır bir bekleyiş dönemi başlar. Askere gitmek istememekte fakat durum bir
türlü takarrür etmemektedir. Gazeteden başka bir şey de okuyamamaktadır. Şiir
yazmak söyle dursun bir mısraın tek kelimesini bile değiştirebilecek durumda
değildir. Kalemle parmakları arasında âşikâr bir geçimsizlikten şikayetçidir.
Hele;
"Diyarbakır'da
namevcut gibiyim. Adeta nebatî bir hayat yasıyorum. Hiç memnun olmadığımı
söylemeğe ne hacet! Bir tek satır yazı yazmak iktidarından âciz bulunuyorum.
Bunun için İstanbul'da ve Ankara'da olanlara gıpta ediyorum." sözleri Diyarbakır’daki hayatın kendisini ne
ölçüde sıktığını ifadeye kâfidir.
Bu sıkıntılı
bekleyiş 1941 yılı baharına kadar sürer 12 Mart 1941'de hazırlık kıtasına
katılarak askerlik görevini ifaya baslar. Hazırlık kıtasında birlikte olduğu
Kenan Hulusi'nin habire hikayeler yazmasına karşılık, kendisinin kalemi eline
alamayışından şikayetine, ancak bir şiirini tamamlayarak neşredilmek üzere
Yücel dergisine gönderebildiğinden yakınırken kıtadaki arkadaşları arasında
şiir ve hikaye meraklılarının bulunması, hele bu çocukların, şiirlerinden ezbere
mısralar okuyacak derecede kendisini tanımaları çok hoşuna gitmiştir. Askerliği
zihnen ve bedenen yorucu bulmakla birlikte askerî disiplinden şikayetçi
degildir.
Nisan ayı
sonlarına doğru Ankara Yedek Subay Okulu‘na geçen Cahit Sıtkı altı aylık okul
döneminin sonunda, 10 Kasım 1941'de Piyade Asteğmeni olarak Burhaniye II.Tabur,
5. Bölük Komutanlığı emrinde kıta hizmetine baslar.
Burhaniye,
Balıkesir merkezinden dört km. içeride küçük bir kaza merkezidir. Bir süre
otelde kaldıktan sonra "güzel, sabah güneşi alan, şirin, mahfuz bir
ev"e yerleşir.Rahatı yerindedir. Daha
önemlisi, şiir yazma işi daha kesif bir hal almıştır. Artık, "sıkıntısız,
emniyetle, şuurla, hazla" yazmaktadır .
Şiir yazma
tarzında da bazı değişmeler olduğunu bir mektubunda söyle ifade ediyor:
"Eskiden
bilirsin ki, daima elimde bitmemiş ve üzerinde çalıştığım bir, iki veya üç
şiir bulunurdu. Paris seyahatimden beri artık böyle yapmıyorum.daha doğrusu
böyle olmuyor. Beş, altı ay, bazen bir sene hiç yazmadığım halde birdenbire
onbeş yirmi şiir birden çıkıveriyor. Şiirlerin belki ben de farkında olmadan,
kendi kendilerine hazırlanmış, olgunlaşmış olmalarına şüphe yok. Bu,serbest vezinle
yazdığım şiirlerde olduğu kadar diğerlerinde de varittir.Bu türlü yazışta en
çok hoşuma giden cihet, söylemek istediğimi, kekelemeden, rahat rahat, kolay söyleyebilmektir."
Bu dönemde de
günlük hayat olaylarının Cahit'in sanatına ne ölçüde aksetmiş olduğunu
göstermesi bakımından şu cümleler dikkat çekicidir:
"Buradaki
hayatımda bir değişiklik yok. Ara sıra ata biniyorum. Ava meraklı bir arkadaşla
bir kere ava gittik, onun hatırası olarak "Yoldaşlar" şiiri kaldı.
Soğukta ve rüzgarda talim yaptırırken birdenbire çıkıp hepimizi sevindiren kış
güneşinin de aynı isimde bir şiire kaynak olduğunu söylemem lazım. "Ben
Aşk Adamıyım" isimli şiirse Paris'teyken kısmen yazılmıştı, bu sefer
derleyip toparladım, ilave edilen kısımları, ben aşk adamıyım diye başlayan
parçadır."Neden Sonra" ise bir yalnızlık anının nağmesi..."Ben
ölecek Adam değilim" şiiriyse bildiğin ben.”
Cahit
Sıtkı'nın şiiriyle yakından ilgilenenler, onun "Şiirim ömrümün
enstantaneleridir." sözünün ne
kadar doğru olduğunu göreceklerdir. Hayatın her hadisesini,şiir için vesile
telakki edén Cahit
Sıtkı, bir mektubunda, babasının kendisini Diyarbakırlı bir kızla evlendirmek
istediğini müjdeledikten sonra; "Zaten, hayatın her safhası gibi
evlenmeyi de zengin bir iş tecrübesi olarak görmekteyim. Ne taze ne duyulmamış,
işitilmemiş şiirler yazacağımı şimdiden hazla düşünmekteyim." der. Bu
ilhamla "Kırk Haramiler"in en küçüğündeki hayret, safiyet ve
çılgınlıkla bakir mısraların hâzinesine dalacaktır.
Kendi şiir
çalışmaları bu şekilde hızla devam ederken yakın dostu Ziya Osman'a da şiire
devam yolunda sıkı tavsiyelerde bulunur:
"Bu can
bu tende oldukça Türkçe diliyle daha ne güzel, ne yeni, ne harikulâde şiirler
yazacağız! öyle değil mi? öyle yapalım ki Ziyacığım, Türkçe bizden hoşnut
olsun. Gerisi kolaydır."
Ayrıca Ziya
Osman'a yazdığı mektuplarda gerek kendi, gerekse Ziya Osman'ın şiirleri üzerindeki
görüşlerini belirtirken adım adım kendi poetikasını oluşturduğu dikkati
çekmektedir:
"Şiire
Baudelaire'i anlayarak sevmekle başlamış olmamızın bizim için sahiden bir
talih eseri olduğunu zamanla idrak ediyorum. Türkçede "Les Phares” gibi
bir şiir yazabilirsem, muhakkak Baudelaire'i de zikretmek lazım. Baudelaire'e
muhabbetim, tesir unsurlarından sıyrılarak,mücerret bir istiklâl kazandığına
öyle memnunum ki! Bir çok şiirlerinin hakiki güzelliğini ve ehemmiyetini de
simdi anlıyorum Mallarmé‘nin
şiirleri de yanımda,her okuyuşumda yeni güzellikler keşfetmekteyim.Rimbaud
yanımda değil maalesef. Superville'i de arıyorum. Bayılıyorum şu, şâirlere
vesselam.” ifadeleri, Cahit’in sanatındaki gelişmeyi ifade ettiği kadar sevdiği
şâirleri okumaktan aldığı sonsuz hazza da işaret etmektedir .
Cahit, 1942
yılı Ağustos ayı başlarında Ilıca Sahil Muhafaza Taburu’na
naklolunur. Tabur'un Emir subaylığı ile birlikte ayniyat muhasipliği görevini
de yürütmektedir. Kendi ifadesine göre, o zamanlar;
"Ilıca,
Edremit'in on dört km. batısında. Küçük Kaz dağlarıyla sahil arasında,
Edremit'e tren yoluyla bağlı, bir kaç balıkçı evinden, yalnız kışın faaliyette
bulunan bir zeytinyağı fabrikasından, tabur karargâhından, radyolu bir kahveden
ibaret küçük . ıssız, âsûde bir yer"miş.